ŞAİR EVLENMESİ
(İbrahim Şinasi)
Türk
edebiyatının Batılı anlamda ilk tiyatro örneğidir. Bir perdelik bu komedide görücü usulüyle
evlilik eleştirilmektedir. Genç Şair Müştak
Bey'e sevgilisi Kumru Hanım diye onun yaşlı ve çirkin ablasını nikahlarlar.
Müştak Bey işin farkına düğün gecesi varır ve imdadına arkadaşı Hikmet Efendi yetişir. Nikahı kıyan mahalle imamına
gizlice bir miktar para vererek durumu düzelttirirler.
TAAŞŞUK-I
TALAT VE FİTNAT
(Şemsettin Sami)
Edebiyatımızın
ilk yerli romanı olan bu eserde Talat ve fıtnat aşkı anlatılmaktadır. Babasını küçük yaşta
kaybeden
Talat'ı annesi büyütmüştür. Talat evinin cumbasında gördüğü Fitnat'ı sever ve onunla görüşebilmek için kadın kıyafetleri giyerek Fitnat'ın evine
girmeye başlar. Fitnat'ın üvey babası
fıtnat zengin bir adamla evlendirir. Bu adam Fitnat'ın asıl babası Ali Bey'dir. Sevgilisinden ayrılmanın üzüntüsüyle kendini vuran Fitnat bu
gerçeği de o sırada öğrenir. Fitnat'ın ölümü Talat'ın
da ölümüne yol açar ve çok geçmeden Ali Bey de
bu acıya dayanamayarak ölür.
FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ
(Ahmet Mithat)
Romandaki
iki tipten Felatun Bey, alafranga yani rahat yaşama özentileri olan, çevreye
karşı gülünç durumlara düşen bir tipi temsil eder. Kız kardeşi Mihriban gibi o
da çok nazlı büyütülmüştür. Görünüşte memurdur; ancak günlerini gezip tozmak, eğlenmekle
geçirir. Babası Mustafa Merakı Efendi'nin ölümünden sonra
payına düşen mirası yabancı bir
aktris uğruna yok eder ve sonra hayatın zorluğunu
anlar. Romandaki diğer tip Rakım Efendi ise
Tophane kavaslarından birinin
oğludur. Bir yaşındayken babası ölür ve annesiyle Arap Dadı Fedayi
tarafından büyütülür. Rakım Efendi
yeniliklere açık, çalışkan, gerçekçi bir tiptir. Roman, öğrenim yoluyla kazanç sağlayarak zenginleşen, Canan adında bir cariyeyle evlenen Rakım Efendi'nin zaferiyle bitmiştir.
İNTİBAH YAHUT SERGÜZEŞT-İ ALİ BEY
(Namık Kemal)
Ali
Bey, zengin bir ailenin eğitim
görmüş tek evladıdır. Gösterişli yaşamı ve bol para harcamayı sever. Sık sık gittiği Çamlıca'da bir gün
Mahpeyker adında güzel bir kadınla tanışır ve ona aşık olur. Fakat Mahpeyker kötü yola düşmüş bir kadındır. Ali Bey'in annesi bu durumu öğrenince Mahpeyker'den Ali Bey'i ayırmak için eve
Dilaşup adlı güzel bir cariye satın
alır. Çok geçmeden Ali Bey Mahpeyker'in kötü kadın olduğunu öğrenince
Dilaşup'la evlenir. Durumu öğrenen Mahpeyker çılgına döner ve onları
ayırmak için Dilaşup'un kötü bir kadın olduğunu
yayar. Ali Bey bu iftiraya inanır ve bunun üzerine Dilaşup'u döverek bir esirciye satar. Ali Bey'in annesi de olanlara dayanamayarak ölür. Mahpeyker Dilaşup'u
da kendisi gibi kötü yola düşürür. Mahpeyker'in kini bitmemiştir. Ali Bey'i öldürmek ister. Durumu öğrenen Dilaşup Ali Bey'i uyarır; fakat Ali Bey ona inanmaz.
Mahpeyker'in tuttuğu kiralık katil
Ali Bey yerine yanlışlıkla Dilaşup'u öldürür, bunun üzerine de Ati Bey Mah-peyker'i öldürür. Hapse girer. Bir süre sonra
orada kahrından ölür.
CEZMİ
(Namık Kemal)
Cezmi
çok iyi bir atlı sipahidir. İran seferinde Adil Giray'la tanışır. Bu sefer
sırasında Adil Giray ve Gazi Giray Şehriyar tarafından esir alınır. İran
devletini Şah'ın karısı Şehriyar ve
kardeşi Perihan idare etmektedir. Şehriyar
Adil Giray'a aşık olmuştur; fakat Adil Giray Perihan'ı sevmektedir. Perihan da onu sevmektedir. Şehriyar bu durumu
öğrenince onlardan öc almak ister. Adil Giray'ı esir alır. Adil Giray'ın
esir düştüğünü öğrenen Cezmi ise onu
kurtarmak için plan yapar ve yanına girmeyi başarır. Bu arada Şehriyar hazırladığı oyunda hayatını kaybeder. Şehriyar'ın askerleri de Adil
Giray'ı ve Perihan'ı öldürür. Cezmi
de her ikisini aynı mezara defneder ve kılık değiştirerek vatanına
döner.
VATAN YAHUT SİLİSTRE
(Namık Kemal)
İslam
Bey savaşın çıkmasıyla nişanlısı Zekiye ile veda-laşır. Cepheye gitmeden önce
savaş gönüllülerine dönerek
"Beni seven arkamdan ayrılmaz." der. Bunun üzerine Zekiye kılık değiştirerek Adem adıyla gönüllülerin arasına katılır. Silistre kalesi komutanı
Sıtkı Bey, Adem'i çelimsiz bulduğu için geri göndermek ister; fakat Adem kalmakta direnir. İslam Bey
yaralanmıştır. Bu arada Abdullah
Çavuş Adem'le giderek düşman cephaneliğini havaya uçurur. Bunun üzerine düşman,
kalenin kuşatmasından geri çekilir. Bütün bu olanların ardından Adem'in kimliği ortaya çıkar, Sıtkı Bey'in
Zekiye'nin babası olduğu anlaşılır. Zafer
sevinciyle Zekiye ve İslam Bey
evlendirilir.
AKİF BEY
(Namık Kemal)
Deniz
subayı otan Akif Bey, Dilruba adında kötü yollu bir kadınla evlenir. Akif Bey'in Sinop muharebesine gitmesiyle Dilruba eşinin öldüğünü yalancı şahitlerle kanıtlar. Amacı bir başkasıyla evlenmektir. Evlenmek
üzereyken Akif Bey ve babası Dilruba'nm bulunduğu Çürüksu'ya gelirler.
Durumu öğrenirler. Akif Bey hemen Dülruba'nın
evine gider, Dilruba'nın yeni eşiyle karşılaşır. Kavga sonucu ikisi de ölür. Bunun üzerine Akif Bey'in babası
da Dilruba'yı öldürür.
GÜLNİHAL
(Namık Kemal)
Rumeli'de sancak
beyi olan Kaplan Paşa zalim biridir. Memleketindeki
sayılır kişileri ortadan kaldırmıştır. Kardeşlerinin çocukları olan İsmet'le Muhtar birbirlerini çok sevmektedir.
Kaplan Paşa ise halkın çok sevdiği Muh-tar'ı kıskanır ve bazı hilelere başvurur. Öncelikle iki gencin arasına açmak için türlü oyunlar yapar; ama bu oyunları
anlaşılır. İki gencin kavuşmasını sağlayan en önemli kişi ise İsmet'in dadısı
Gülnihal'dir.
CELALETTİN HARZEMŞAH
(Namık Kemal)
Celalettin
Harzemşah, Moğollar'la savaşa girmiştir; fakat yenilmiştir. Bunun üzerine
Hindistan'a kaçmak için yola çıkmıştır. Bu
yolculuk sırasında da esir düşmemek için karısını ve oğlunu Sind nehrine
atmıştır. Daha sonra Hindistan'a
gelerek orada bir ordu toplamış ve Tebriz'e
kadar gelmiştir. Burada kalenin hükümdarı Mihrici-han kendisine aşık olur,
kaleyi de ona devrederek evlenirler.
Daha sonra Moğollarla tekrar savaşa girdiklerinde Celalettin Harzemşah dağa
kaçar ve bir taş üzerinde otururken komutanlardan biri kendisini öldürür. Komutan, gömleğini kâğıt ve karısının parmağını da
kalem yaparak vasiyetini
yazdırmıştır. Kocasının öldüğünü gören Mihricihan da kalbine bir hançer
saplayarak kendisini orada öldürür.
KARABİBİK
(Nabizade Nazım)
Nabizade Nazım'ın
yazdığı roman (1890), Türk edebiyatında realizm akımının başarılı iik
örneğidir. Roman köy hayatını ve köy
insanını ilk olarak ele almıştır. Ana-dolu köylüsünün bilgisizliği, yoksulluğu, toprak ve araç sorunları,
ağalar ve tefecilerle ilişkileri, duygusal davranışları eserde olayların içinde eritilerek ustalıkla verilmiştir. Olay, Antalya'nın Beymelik köyünde geçer.
Ka-rabibik babasından kalma
tarlasının dört dönümünü satmış, geri Kalan sekiz dönümünü ele geçirmek
isteyen komşusu Yosturoğlu ile de kavga
etmiştir. Elindeki bu küçük tarlayı
sürmek için her yıl Koca İmam'ın öküzlerini
kiralamaktadır. Çirkin kızı Nuri'yi imamın kaynı Sarı İsmail'e verip
öküzleri bedava kullanmayı hesaplar. Sarı İsmail'in başka bir kızla
evleneceğini öğrenince tefeci Rum
tüccardan faizle borç alıp iki öküz edinir. Artık öküz sahibi olduğundan kızma da talip olan birinin çıkacağını
düşünmektedir. Bir süre sonra Yosturoğlu'nun yeğeni Hüseyin, Nuri'yi sever,
onunla evlenir. Karabibik hastadır ancak kızının evlendirdiği için artık mutludur.
ZEHRA
(Nabizade Nazım)
Nabizade
Nazım'ın yazdığı (1896) tek romandır. Zehra bir tücarın kızıdır. Annesini küçük
yaşta kaybetmiş kıskanç yaradılışlı bir kızdır. Babasının katibi Suphi ile evlenir.
Suphi'nin annesinin, oğlunun evine hizmetçi olarak Husnicemal adında güzel bir cariye alması Zehra'nın kıskançlığını
artırır. Bu sırada babası Şevket Efendi
ölür, işlerin başına Suphi geçer. Suphi Hüsnicemal'e aşık olur ve onunla evlenir. Zehra onlardan öç almak ister. Ürani adında bir Rum kadınını,
Suphi'yi baştan çıkarmak için görevlendirir. Bu kadına kapılan Suphi bu sefer de Hüsnicemal'i yüzüstü bırakır.
Buna dayanamayan
Husnicemal kendini öldürür. Bununla yetinmeyen Zehra bir
de Suphi'nin katibi Muhsin'le evlenir. Böylece
işin başına Muhsin geçer. Suphi'nin parası bitince Ürani onu terk eder.
Suphi karnını doyurabilmek için tulumbacı olur, kahve köşelerine düşer sonunda Ürani ve onun yeni dostunu öldürür, ikinci evliliğinde
mutiu olamayan Zehra'nın bu yeni eşi ölür. Zehra yalnız kalır. Artık kederli bir ömür sürmektedir.
Bîr gün sokakta yürürken; yoksul, ihtiyar bir kadının düşüp öldüğünü görür. Bu kadının Suphi'nin annesi olduğunu
an-layınca çok acı çeker, bu yüzden hastalanır ve ölür.
ARABA
SEVDASI
(Recaizade Mahmut Ekrem)
Recaizade
Mahmut Ekrem'in (1898) romanıdır. Bir vezirin oğlu olan
Bihruz Bey, yarım yamalak bir öğrenim görmüş, yirmi üç, yirmi dört yaşlarında
bir gençtir. Babası ölünce, annesiyle
kendisine büyük bir servet kalır. Bu paranın bitmeyeceğini
sanarak-yazları Çamlıca'da, kışları Süleymaniye'de oturur. Bütün merakı gezmek,
gösteriş yapmak, Türkçe cümleler arasında Fransızca
sözcükler
kullanmaktır. Bir gün Çamlıca'da dolaşırken güzel bir kıza aşık olur. Bu kızın
iyi bir aileden geldiğini zanneder. Oysa o, Periveş adlı düşkün bir kadındır. Bihruz'un
Keşfi Bey adında yalancılığı ile ünlü bir arkadaşı vardır. Periveş'ten haber
alamadığına üzülen Bih-ruz'a,
Periveş'in öldüğünü söyler. Bihruz hiç değilse onun mezarını bulmak istemektedir. Bir ramazan akşamı gezinirken Periveş'e benzeyen bir kadınla
karşılaşır, onu
Periveş'in kardeşi sanır, kadına Periveş'in mezarını sorar. Sonunda onun Periveş olduğunu, hayalinde yücelttiği bu kadının
basit bir kadın olduğunu anlar.
SERGÜZEŞT
(Samipaşazade Sezai)
Samipaşazade
Sezai'nin yazdığı tek romandır (1899). Bu eserde Türk romancılığının
romantizmden realizme geçmesi
açıkça görülür. Eserin kahramanı Dilber İstanbul'a satılmak için getirilmiş dokuz yaşında bir Çerkez kızdır. Mustafa Efendi adında
birinin evine satılır. Bu evin hanımı taş yürekli bir insandır. Kıza gücünün üstünde
iş yaptırıp, onu hırpalar. Bu evdeki hayata dayanamayan kız evden kaçmış ama bulunup sahibine teslim edilmiştir.
Valilik görevine atanan Mustafa Efendi Dilber'i
esirciye tekrar satar. Kız esirci tarafından dövülerek
eğitilir, kıza çalgı öğretilir. Dilber bir gün Asaf Paşa'nın
konağına satılır. Avrupa evleri gibi döşenmiş, Batılı bir hayatın sürüldüğü
bu evde Dilber rahata kavuşur. Paşa'nın resim
eğitimi görmüş Celâl adlı bir oğlu vardır. Dilber'in resmini
yaparken güzelliğini fark eder. Birbirlerine aşık olan
Dilber ve Celâl Bey'in aşkını fark eden evin hanımı
Dilber'i Celâi'den uzaklaştırmak ister. Çünkü oğullarını
iyi bir ailelinin kızıyla evlendirmek isterler. Dilber gibi bir esirle değil.
Bu nedenle de Dilber'i esirciye gizlice satarlar. Celâl bunu
öğrenince Dilber'i arar, onu bulamaz ve hastalanır.
Dilber Mısır'a götürülmüş zengin bir tüccara
satılmıştır. Yeni efendisine odalık olmayı reddettiği için bir
odaya kapıtılır. Bu evdeki harem ağalarından biri olan
Cevher kızı sevmiştir. Onu kurtarmak için yardım ederken ölür. O güne
kadar tek başına hiçbir yere gitmeyen Dilber İstanbul'a
tek gitmekten korkar, yakalanacağını tekrar o İşkenceli
hayata döneceğini düşünerek kendini Nil Nehrine atar.
(Halit Ziya Uşaklıgil)
Servet-i Fünun Edebiyatı'nın en önemli isimlerinden olan
Halit Ziya'nm Mai ve Siyah adlı romanı, onun İstanbul
dönemi romanlarının ilkidir. Kent soylu romantik aydın
Ahmet Cemil'in düşlerinin ve düş kırıklıklarının anlatıldığı
romanın çıkış noktası karşıtlıklardır. Romanda
ma(v)i ve siyah birer simgedir. Mai, romanın kahramanı Ahmet Cemil'in
umutlarını ve düşlerini; siyah, bu umutlarının, düşlerinin yok
oluşunu simgeler. Roman; mavi ve siyah arasında bocalayan, ikilem
içinde kalan, mücadele eden ve bu mücadeleden yenik çıkan Ahmet Cemil'in
yaşamından bir bölümü anlatır. Olaylar Ahmet Cemil'in etrafında oluşur. Genç,
yakışıklı, zeki, tuttuğunu koparan, aklına koyduğunu yapan, yeni
edebiyat anlayışını temsil eden bir kişiliktir, romandaki bir diğer isim
Raci ise Ahmet Cemil'in karşısında olan yani eski edebiyat anlayışını temsil
eden, onunla zıt fikirlere sahip, onu çekemeyen ve onun yolunu kesmeye çalışan
birisidir.
Batılı anlamda Türk romanının başlangıcı sayılan ve
Tanpmar'ın "Türkiye'de nesli adına konuşan ilk eser." diye
tanımladığı Mai ve Siyah, döneminin (Servet-i Fünun)
basın, edebiyat ve şiir hayatına ilişkin gözlemler ve
değerlendirmeler içerir. Mai ve Siyah bu bakımdan Servet-i
Fünun edebiyat akımının romanı sayılır. Roman
türünün edebiyatımızdaki en güze! örneklerinden olan Mai ve Siyah'ta yazar,
yaşanılan bir dönemin sos-yo-kültürel durumunu gözler
önüne serer. Yazar romanda okuyucuya dönemin yaşantısını Ahmet
Cemil'in bakış açısından verir.
AŞK-I MEMNU
(Halit
Ziya Uşaklıgil)
Aşk-ı Memnu, Halit Ziya Uşaklıgil'in İstanbul'da
kaleme aldığı ikinci romanıdır. Roman kısaca şöyle özetlenebilir:
Adnan Bey zengin, elli yaşlarında, dul bir İstanbul
efendisidir. Kızı Nihal ve oğlu Bülent'le yalısında
yaşamaktadır. Çocuklarının artık kendisini
anlayabileceklerini düşündüğü bir dönemde Firdevs Hanım'ın kızı
Bihter'le evlenmeye karar verir. Firdevs Hanım gözü dışarıda hafifmeşrep
bir kadındır. Kocasının ölümünden sonra zengin bir koca arama
gayretine girer. Kızlarının yetişip güzelleşmesi onun bu arzusuna
engel olur. Bu sebeple kızlarını birer rakip olarak görür, onların evlenmelerine karşı
çıkar ama başarılı olamaz. Bihter annesinin itirazlarına
rağmen Adnan Bey'le evlenmeyi kabul eder. Adnan Bey-Bihter
evliliğinden en çok etkilenen Nihal olur. Nihai, yabancı bir kadının evlerine
anne olarak gelmesini ve babasının elinden alınmasını kabullenemez.
Bihter bütün gayreti ve samimiyeti ile iyi bir anne ve eş
olmaya çalışır. Fakat karşısındakiler/den yeterli ilgiyi göremez. Evliliğinin
birinci yıldönümünde Bihter evliliğinin bir yılının muhasebesini yapar. Fark
eder ki Adnan Bey ile evliliği onun kadınlık ruhunun sevme ve sevilme
açlığını tatmin etmemiştir. Daha sonraları Bihter, Adnan
Bey'in genç yeğeni Behlül'ün yasak aşk ağına düşer. Bir kış boyu Behlül'le
birlikte olur. Kış mevsiminin sona ermesiyle birlikte
Bihter'den bıkan Behlül, Be-yoğlu'ndaki metresine gitmeye başlar.
Daha da kötüsü yalıya yerleşen Firdevs Hanım Nihal-Behlül evliliği konusunu
ortaya atar. Bu konu Behlül'le Nihal tarafından ciddiye alınır. Bihter büyük
bir kıskançlık içindedir. Bihter daha fazla dayanamayıp annesine ilişkisini
anlatır. Firdevs Hanım bunun üzerine Nihal'le Adalar'da olan Behlül'ü
yalıya çağırır. Çoktan beri bazı şeylerden şüphelenen
Nihal, Behlül'ün ardından yalıya geldiğinde Bihter'le
Behlül'ün tartıştıklarını görünce düşüp bayılır. Adnan Bey durumdan haberdar
olur. Bunun üzerine Behlül yalıdan kaçar. Bihter İse intihar eder.
Sonunda Nihal tekrar babasına kavuşur.
KIRIK HAYATLAR
(Halit Ziya Uşaklıgil)
Kırık Hayatlar, Halit Ziya'nın Servet-i Fünun
Edebiyatı döneminde yazdığı son romandır. Yazar bu romanını olgunluk dönemi romanı
olarak niteler ve diğer romanlarından üstün gördüğünü söyler. Roman şöyle
özetlenebilir:
Ömer Behîç pek çok sıkıntı içinde tıp eğitimini
bitirmiş ve doktor olmuştur. Ablasından (Müveddet) başka kimsesi
yoktur. İstanbul'da doktor olarak çalışmaya başladıktan
bir süre sonra Vedide ile tanışır ve evlenirler.
Selma ve
Leyla adını verdikleri iki çocukları olur. Evliliklerinin sekizinci yılında
ise üçüncü çocukları olarak gördükleri
ve Ömer Behiç'in yıllardan beri biricik hayali olan kendilerine ait bir eve taşınırlar. Ömer Behiç için bu ev, büyük şehrin bütün kurumlarında,
sokaklarında gördüğü,
yaşadığı çirkinlikler, acılar ve ihanetlerden kurtulup sığınacakları bir masumiyet yuvasıdır. Çünkü çevrelerinde birçok kırık hayat mevcuttur.
Evlerine taşınmalarından
kısa bir süre sonra Ömer Behiç okul arkadaşı Bekir Servet Bey aracılığıyla
Veli Beyin hanımı ve
kızlarını tanır. On sekiz yaşındaki Neyyir, bir gün hastalık bahanesiyle evine
çağırdığı Ömer Behiç'İ yasak aşka
sürükler. Ömer Behiç bütün gayretleri, nefretleri ve pişmanlıklarına rağmen kendini ondan kurtaramaz. Neyyir'le olan
ilişkileri müddetince evini, karısını ve çocuklarını ihmal eder. Bu sırada Leyla sık sık hastalanır. Sonunda
büsbütün artan hastalık çocuğu yatağa düşürür. Ömer Behiç çaresizdir ve sonunda Leyla'yı kaybederler.
Çektiği acıya rağmen kahramanın aklı hala Neyyir'dedir. Sonunda onu redderek evine döner ve karısının ayaklarına kapanır. Kızının ölümünden yıkılan Vedide ise kendini dine vermiştir. Kırık hayatlar, Halit Ziya'nın romanları
içinde topluma daha
çok yöneldiği ve onun iç yüzüne ayna tuttuğu başarılı bir romandır. İsminde de vurguladığı gibi, yazar tek bir birey
veya aileyi değil birden çok aileyi ele alır. Böylece en azından İstanbul'da yaşayan Türk toplumunun XX. yüzyılın sonlarındaki iç hayatını gözler
önüne sermiş olur.
EYLÜL
(Mehmet Rauf)
Eylül
romanının yazarı Servet-i Fünun döneminin önemli isimlerinden olan Mehmet Rauf'tur. Roman, Türk edebiyat tarihinin önemli eserlerinden
biridir. Eser, edebiyatımızda
psikolojik roman türünün ilk örneği olarak kabul edilir. Eserde kişisel
duyguları ile insanlık düşünceleri
arasında çırpınan ve bunun savaşını veren bir erkek ve bir kadının dramı dile getirilmektedir, eserin kahramanları
Suat, Necip ve Suat'ın kocası Süreyya Bey'dir. Roman kısaca şöyle özetlenebilir: Süreyya ve Suat Hanım
birkaç yıldır evlidir. Süreyya Bey
memurdur. Fazla zengin olmadıkları için babasının yardımıyla geçinmektedirler. Yazları genç
çift; babasının
çiftlik evinde yaşar. Babasından defalarca başka bir ev almalarını, kendilerini yalnız bırakmalarını
istese de babası, oğlu Süreyya Bey'in sözlerini dinilemez ve yeni bir ev satın almaz. Süreyya ve Suat'ın evine,
Süreyya'nın akrabası olan ve Süreyya'nın çok sevdiği, güvendiği Necip gelip
gitmektedir. Necip'in eve geliş gidişlerinde yine akrabalarından olan Hacer de eve gelir. Hacer, Necip'le ilgilenir, fakat Necip Hacer'e
karşı ilgili değildir. Suat; yaz aylarında yazlıkta bulunmayı çok ister. Suat, babasından
yazlık kiralamak için para ister. Babası parayı gönderir. Necip ve Suat bir
yalı kiralar, eşyalarını oraya taşırlar. Bununla Süreyya'ya sürpriz yaparlar. Yalıda herkes
hayatından memnundur. Necip, kış ayını da yalıda geçirmek istese de Süreyya buna izin vermez, konağa
inilir. Artık; Suat ve Necip birbirlerini çok sık görmezler. Hacer ve diğer komşuların
dedikoduları
iyiden iyiye yayılır. Bu konuşma ve dedikodular Suat ve Necip'in
görüşmelerinin azalmasına sebep olur. Mutsuz günlerin devam ettiği bir gün
Necip konağa ziyarete gider. O gün konakta yangın çıkar, herkes dışarı fırlar. Suat,
bilerek yangında dışarı çıkmaz. Bunun üzerine Süreyya ve Necip, Suat'ın odasına dalarlar. Süreyya da tam
odaya girmek üzereyken tavan alevlenir, odanın içindeki genç kadın ve genç
erkeğin üstüne
tavan çöker. Sonunda olanlar olur ve her ikisi de bu yangında ölür.
HAYAT-I
MUHAYYEL
(Hüseyin Cahit Yalçın)
Hayat-ı
Muhayyel, Servet-i Fünun sanatçılarından olan Hüseyin Cahit Yalçın'ın hikâye
kitabıdır. İçinde yirmi bir hikâye
vardır. Bunlardan Görücü ve Köy Düğünü adlı iki hikâyesinde yerli haik hayatını anlatır. Kitaptaki dokuz hikâyede
seçkin kişileri anlatan yazar on hikâyede ise İstanbul'daki azınlıkları ve
tatlı su (renklerini aniatır. Kitaba
adını veren hikâyeyi II. Abdulhamit
dönemi baskılarından
bulanalan Servet-i Fünun sanatçılarının Yeni Zelenda'ya göç etmeyi düşünmeleri, sonra da yol parası bulamadıkları için Hüseyin Kazım'ın
Manisa'nın, Sarıçam
köyündeki çiftliğine çekilmeye karar vermeleri üzerine yazmıştır. Ancak bu
Hayat-ı Muhayyel (Hayaldeki
Hayat) gerçekleşmeden, tatlı bir anı olarak kalır.
MÜREBBİYE
(Hüseyin Rahmi Gürpınar)
Mürebbiye
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın eseridir. Romanın baş kişisi Dehri Efendi, yaşlı ve emekli bir memurdur. Büyük bir
konakta kızı, damadı, kardeşi ve oğullarıyla birlikte yaşar. Melahat, Dehri Efendi'nin ilk karısından olan kızıdır ve Sadri Bey'le evilidir.
Melahat'ın Semi isminde bir oğlu vardır. Ayrıca Dehri Efendi'nin Ne-zahat ve Vahip isminde iki oğlu daha vardır.
Bu iki oğul için eve
Matmazel Anjel isimli bir mürebbiye tutulur. Matmazel Anjel bir süre yalıda yaşadıktan sonra yalının bütün erkeklerini baştan çıkarır ve onlarla
birlikte olmaya başlar. Evdeki erkeklerin hiçbirinin birbirinden haberi
yoktur. Semi, Anjel'in çevirdiği oyunu yalının aşçısı Tosun'dan
öğrenir. Durumu öğrenen Semi, saf bir aşkla bağlı olduğu Anjet'i çok
kıskanır. Bir gece yarısı beline bir hançer alıp Anjel'i Sadri'yle
birlikteyken yakala mak için Anjel'in odasına gider. Odada Sadri yerine
dedesi Dehri Efendi'yle karşılaşır. Bu durum karşısında ne yapacağını
şaşırır. Önce Anjel'i Öldürür sonra da intihar eder.
ŞIPSEVDİ
(Hüseyin
Rahmi Gürpınar)
Şıpsevdi H. Rahmi Gürpınar'ın bir romanıdır.
Romanın baş kahramanı Meftun kalabalık bir ailenin oğludur. Bir köşkte
annesi, ninesi, kız kardeşi ve erkek kardeşi ile birlikte yaşamaktadır.
Parasızlık nedeniyle zengin Kasım Efendi'nin kızı Edibe'yle evlenmek ister.
Tek isteği Kasım Efendi'nin servetine konmaktır. Ardakaşı Mc. Ferhan'la
birlikte çevirdikleri çeşitli entrikalar sonucu Kasım'ın kızı Edibe ile
evlenir. Meftun'un kız kardeşi Le-bide ise Kasım'ın oğlu Mahirle
evlenir. Meftun Mahir'i kullanarak Kasım'ın servetini ele geçirmeye
uğraşır. Kasım, oğlu Mahir'in yaptıklarını öğrenince onu
evlatlıktan reddeder. Meftun suçlanacağını anlayınca Paris'e kaçar.
Edibe ve Lebibe kocalarının yaptıklarına dayanamayıp mutluluğu
başkalarında aramaya başlarlar.
KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA
BİR İZDİVAÇ
(Hüseyin Rahmi Gürpınar)
(Hüseyin Rahmi Gürpınar)
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın
bir eseridir. Eserin baş kahramanları İrfan Galip ve Feriha'dır.
İrfan Galip; batılılaşma meraklısı, kadınlardan
nefret eden, utangaç birisidir. Batılı düşüncelerini çevresindekilere
anlatmaya çalışır. Çevresindeki bütün insanları cahil görür ve kimseyi
kendisiyle evlenmeye layık görmez.
Feriha ise kendisine güvenen, modern, eğitimli,
kültürlü bir genç kızdır.
Eser, Halley Kuyruklu Yıldızı'nın dünyaya çarpma
ihtimalinden yola çıkar. İstanbul'da herkes bu durumu konuşur.
Halk, korku ve panik içindedir. İrfan Galip kendisini bilgili
bir kişi olarak gördüğü için panik içindeki mahalleyi bilgilendirmek amacıyla
bir konuşma yapar. Bu konuşmanın sonunda bir mektup alır. Mektubu okuyunca
yazanın bilgili biri olduğunu anlar. Mektubu yazan Feriha'dır,
Aradığı kızın o olduğuna inanır. Onu evlenmeye layık görür. Halley
Kuyruklu Yıldızı'nın geçtiği gece evlenirler.
ŞEHİR MEKTUPLARI
(Ahmet Rasim)
(Ahmet Rasim)
Ahmet Rasim'in bu eserinde İstanbul esas
alınmıştır. İstanbul hayatının ilgi çekici olayları konu edilmiş. Konaklarıyla,
kahvehaneleriyle, mahalle mektepleriyle, mesire yerleriyle bütün kaybolan İstanbul
tasvirlerleeserde canlandırılmıştır. Yazarın
gözlem gücü ve zengin İstanbul
Türkçesi eserin dikkat çeken hususlarıdır.
BİZE GÖRE
(Ahmet Haşim)
Bize Göre, Ahmet Haşim'in gazetelerde çıkan her biri deneme
tadmdaki 42 köşe yazısından oluşur. Derli toplu bir konu etrafında
şekillenen yazılarının temel niteliği düşünceyi az sözle
anlatması yeni şaşırtıcı ve güzel bir etki uyandırmasıdır. Bize göre güzel
betimlemelerle örülü, basmakalıp düşüncelere yer vermeyen önemli eserlerimizdendir.
KİRALIK KONAK
(Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Kiralık Konak Tanzimat'tan sonra toplumda yaşanan olayların
kuşak çatışması altında işlendiği bir romandır. Yakup Kadri, bu romanında üç
kuşak arasındaki görüş, anlayış ve yaşam farkı üzerinde durur. Naim
Efendi, II. AbdDIhamiî
döneminin önemli kişilerin-dendir. Naim Efendi, kızı Sakine Hanım, damadı
Servet Bey, torunları Seniha ve Cemil ile aynı konakta yaşarlar. Servet Bey
evin idaresini üstlenir ve kısa süre sonra maddi sıkıntı çekmeye
başlanır. Seniha para düşkünü Faik ile birlikte olur. Naim Efendi bu
duruma çok üzülür. Seniha'yı karşılıksız seven ve romanın tek olumlu
kahramanı Hakkı Celİs'tir. Seniha yanlış batılılaşmayı simgeler. Seniha
hamile kaldığını öğrenince Avrupa'ya gider. Oradan dönünce düşkün bir kadın modeli
olmuştur. Servet Bey bir apartman dairesine taşır aileyi. Naim Efendi ise
konağında tek basınadır. Seniha'yı seven ve sevgisine karşılık bulamayan
Hakkı Çeliş şehit olur. Romanda karşıtlıklara yer verilir. Sonuç
olarak toplum hayatında görülen çözülmeler ve değerlerin yok olmaya
başladığı anlatılır.
SÜRGÜN
(Refik
Halit Karay)
Siyasi inançları yüzünden değil de, vaktiyle
kendisini çekemeyen bir komiserin mevki sahibi olduktan sonra taşıdığı kin
yüzünden, emekliye ayrılıp sürgün edilen, alaydan yetişme yüzbaşı Hilmi Efendi,
karısını ve kızı Seher'i öylece bırakarak,
Beyrut'a gelir. Bir süre sıkıntı Çeker, sonra aynı şehre gelen Osmanlı
şeyhzadelerin-den Keramettin Efendi'nin
yanında yaşar. Şeyhzade bir süre
sonra Mısır'a gidince Hilmi Efendi zor durumda kalır, Şam'a gider, orada tanıdığı,
gizli teşkilât adamı Gözlüklü İhsan'dan, karısıyla kızının durumunu
öğrenmesini rica eder. Öğrendiği bilgilere göre, karısı Kara-hisar'a gitmiş, kızı Seher de gezgin bir tiyatro
kumpanyası oyuncusu Kâni'nin metresi olmuştur. Bu haber Hilmi
Efendi'yi sarsar. Seher Halep'te bir kahvede şarkı söylemeye başlar. Hilmi Efendi, Seher'in devlet reisi ile olan
ilişkisini öğrenince kalp krizi geçirir ve ölür.
SİNEKLİ BAKKAL
(Halide Edip Adıvar)
Roman, Halide Edip'in
edebiyat anlayışında yeni bir dönemin
başlangıcını temsil eder. II. Abdülhamit dönemini
yansıtan eserin başkahramanları Emine ve Kız
Tevfik'tir. Emine, din yönü ağır basan bir karaktere sahiptir, Kız Tevfik
ortaoyununda kadın rolünü canlandırdığı
için mahalleli ona kız lâkabını uygun görmüştür. Kız Tevfik ve Emine itirazlara rağmen evlenir, Emine’'nin babası
kendisini evlatlıktan reddeder. Emine ile Tevfik
hayata bakış açısı yönünden çok farklıdır; ancak Tevfik'in dayısından kalan bakkalı işletmemesi bu durumu açığa vurur ve boşanırlar. Tevfik, yönetim
aleyhtarı yayınlarda aracılık yaptığı gerekçesiyle sürülür. Bu sırada
Emine, kızı Rabia'yı baba evinde büyütür ve Sinekli Bakkal'ı Rabia işletmeye başlar. 1908'de Meşrutiyet ilan
edilince Kız Tevfik serbest kalır ve İstanbul'a döner. Mahallede bir kahraman
gibi karşılanır.
ATEŞTEN GÖMLEK
(Halide Edip Adıvar)
Halide Edip'in Kurtuluş Savaşı yıllarını işlediği eseridir. Eserin başkahramanları
Peyami, Ayşe ve İhsan'dır. Eseri oluşturan olayları, Peyami'nin yazdığı hatıra
defterinden alınanlar oluşturmaktadır. Ayşe, Peyami'nin uzak bir akrabasıdır ve birbirleriyle
evlendirilmek istenmektedir. Peyami kabul etmeyince Ayşe evliliğe küser; ancak
Peyami daha sonra Ayşe'ye aşık olur. Peyami, Ayşe ve Ayşe'ye aşık olan İhsan
vatan aşığıdır ve bu yüzden Ayşe
hemşirelikle, İhsan ordu komutanlığı ve Peyami askerlikle vatan
savunmasına yardımcı olur. Birçok cephede
savaş verirler, birçok kuvvete karşı mü-cadele
ederler. Ayşe ve İhsan bir cephede şehit düşer. Peyami, Ayşe ve
İhsan'ı İzmir'e gömdürür. Ancak bu olay ve
kişilerin gerçek olup olmadığı bilinmemektedir; Çünkü Peyami'nin
kafasında bir kurşun vardır ve çoğu olayı hatırlamamaktadır. Bu yüzden bu
olaylar ve kişiler bir anı niteliğindedir.
VURUN
KAHPEYE
(Halide Edip Adıvar)
(Halide Edip Adıvar)
Kitap, konusunu Kurtuluş Savaşı yıllarında bir Öğretmenin yobaz
düşünceler tarafından öldürülmesinden alır.
Romanın başkahramanı Aliye, Tahsin Bey ve Hacı Fettah'tır. Aliye, Fransız
Lisesi'ni bitirdikten sonra öğretmenlerinin
çoğunluğunu başı örtülü bayanların oluşturduğu bir köy okuluna öğretmen olur. Köy halkı ve öğretmenler
Aliye'ye tepkilidir; ancak Yunan genarelleri ile anlaşan Hacı Fettah daha da tepkilidir.
Aliye, Tahsin Bey adlı bir subaydan hoşlanır ve bu kişi savaşta yara-İantnca kendisini evinde tedavi etmeye başlar; fakat Aliye'ye
düşman olan Hacı Fettah bu durumu fırsat bilip
köylüyü galeyana getirerek Aliye'yi köy meydanında sopalarla döverek hunharca
Öldürürler.
HANDAN
(Halide Edip Adıvar)
Romanın baş kahramanları Handan, Neriman, Refik Cemal ve
Nazım'dır. Refik Cemal, Neriman'ın eşidir. Handan
ve Neriman kardeş çocuklarıdır. II. Abdülhamit döneminde ihtilalci
gençlerden olan Nazım ile evlenmek ister. Handan kabul etmez,
Hüsnü Paşa adlı biriyle evlenir. Bu arada Nazım tutuklanmış,
Handan'a iki mektup bırakarak intihar etmiştir. Handan kocasıyla Londra'da
bulunmaktadır. Bu arada Refik Cemal konsoloslukla Londra'ya gider, orada
Handan ile tanışır ve ona aşık olur. Handan beyin hummasına tutulur. Refik
Cemal onun başından ayrılmaz, Handan bir çocuk daha dünyaya getirir sonrasında
hastalıktan kurtulur. İyileşince Refik Cemal'e sevgisini belli eder; ancak
çektiği vicdan azabından ölür.
DAĞA ÇIKAN KURT
(Halide Edip Adıvar)
Halide Edip'in Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarından Kurtuluş
Savaşı'nın sonlarına kadar yazdığı otuz iki hikâyeden
ve gezi notlarından oluşan hikâye kitabıdır. Kitapta, İstanbul'da gazete
satarak dört kişilik ailesine bakan dokuz yaşındaki Rüstem
ve Beyrut'ta annesine bakmak zorunda olan küçük bir Arap kızının konu alındığı
Tanıdığım Çocuklardan" ve küçük kızını okutabilmek
için İstanbul'da onurlu bir hayat mücadelesi veren "Kabak
Çekirdekçi Hikâyeleri" kitabın en etkili, en insancıl
bölümleridir.
MOR SALKIMLI EV
(Halide Edip Adıvar)
Bu eser Halide Edip'in 36 yaşına kadarki hayatını anlattığı
bir anı kitabıdır, Halide Edip 1882'de Mehmet Edip
Bey'in kızı olarak Mor Salkımlı Ev'de dünyaya gelir.
Halide'nin annesi Bedrifem Hanım, kendisi küçük yaştayken ölür. Bu yüzden
Halide'nin hayatında Haminne diye hitap ettiği anneannesi Nakiye
Hanım'ın yeri büyüktür. Çingene olduğu söylenen sütninesi Hatice'yle
ve annesinin ilk evliliğinden olan kardeşi Mah-mure ile iyi geçinmektedir.
Halide'nin zihninde babası Mehmet Edip Bey'in önemi
büyüktür; hatta babası görevi gereği sarayda kaldığı
gecelerin birinde sinir krizi geçirmiştir. Babası bir
başkasıyla evlenip başka bir eve taşınır; ancak Halide Mor
Salkımlı Ev'den vazgeçemez. Babasının kendisini İngiliz çocukları
gibi yetiştirme gayreti sebebiyle içe kapanık bir çocuktur. Kiria
Eleni adlı bir Rum'un işlettiği çocuk yuvasına verilir; ancak burada
bunalım geçirir ve tekrar evine döner. Saraylı Hanım
teyzesinin teşvik ve tavsiyesiyle okumaya yönelir iç
dünyasındaki kapalılığı kitaplarla yener. Nilüfer ve Nigar
adlı iki kiz kardeşi daha olur.
ÇALIKUŞU
(Reşat
Nuri Güntekin)
Reşat Nuri Güntekin'in bu romanı anı türünde ve sade
bir dille yazılmıştır. Konusunu Anadolu'da öğretmenlik yapan
Feride adlı bir öğretmenden alır. Feride, hareketli, duygusal, gururlu, cesur
bir kızdır. Oldukça iyi bir eğitim almıştır. Feride küçük
yaşta annesini kaybeder. Bu yüzden babası onu teyzesinin yanına bırakır. Teyzesinin
Kâmuran adında bir oğlu vardır. Feride ve Kamu ran
birbirlerine aşık olurlar. Ancak bir süre sonra Feride bir
mektup alır. Kâmuran Avrupa'da bir kıza evlenme
vaadinde bulunmuştur. Çok gururlu olan Feride tayinini
isteyip bir Anadolu kasabasında öğretmenlik yapmaya başlar. Feride çok güzel
olduğu için burada başına pek çok şey gelir. Bu dedikodulardan korunmak için
orada babası gibi sevdiği Hayrullah Bey'le evlenir. Hay-rullah Bey Feride'nin
günlüğünü bulur ve onun hala Kâ-muran'ı sevdiğini öğrenir.
Kâmuran'ı bulur ve onun da karısının öldüğünü, bu yüzden
çocuğuyla yaşadığını öğrenir.
Bundan kısa bir süre sonra Hayrullah Bey ölür.
Feri-de'ye de bir vasiyet bırakır. Buna göre Feride vasiyeti gerçekleştirmek
için teyzesinin evine gider. Burada Kâ-muran'la karşılaşır, çok
üzüntülüdür. Kâmuran da onu gördüğü zaman bir daha ayrılmamaya karar veri
YAPRAK DÖKÜMÜ
(Reşat Nuri Güntekin)
(Reşat Nuri Güntekin)
Reşat Nuri Güntekin'in bu romanının baş karakteri
Ali Rıza Bey adında bir memurdur. Annesi ve kızkardeşini kaybettikten
sonra Suriye'ye gider. Dönüşte Hayriye Hanım'la evlenir ve beş çocuğu olur. Bir
şirkette işe başlar ama çeşitli olaylar yüzünden işten ayrılmak
zorunda kalır. Bu sırada oğlu Şevket bankada iş bulur. Aynı
bankada çalışan bir kızla evlenir. Bundan sonra aile içindeki
tartışmalar daha da artar, Kızları olan Necla ve Leyla
eğlenceye düşkün, gösteriş meraklısı tipler olduğu için ailenin maddi durumu
daha da kötüye gider. En büyük kızı olan Fikret bu durumdan çok
rahatsız olur, Kendini kurtarmak için birkaç çocuk sahibi bir adamla evlenip
Adapazarı'na gider. Böylece ağacın yapraklarından biri düşer. Bir süre sonra
da gelini evi terk eder. Necla ise zengin diye gidip biriyle evlenir.
Ağacın yaprakları birer birer düşer. Leyla'nın da kötü yola
düşmesiyle Ali Rıza Bey felç geçirir. İyileştikten sonra da kızı Leyla ile
birlikte mutsuz yaşamını sürdürmeye devam eder.
DUDAKTAN KALBE
(Reşat Nuri Güntekin)
(Reşat Nuri Güntekin)
Reşat
Nuri Güntekin'in bu romanının konusu ise şöyledir: Kenan mühendistir.
Avrupa'da müzik öğrenimi görmüştür.
İyi keman çalmaktadır. Dayısının misafiri olarak İzmir'de bulunduğu sırada
Lâmia ile tanışır. Lâmia da annesi ve babası ölünce amcasının yanına gelmiştir. Kenan İzmir'e ikinci gelişinde Lâmia'ya
kendisini amcasından isteyeceğini söyler; ancak bu sırada bir prensesle
evlenmek üzeredir. İstikbâlini mahvettiğini düşünerek
bir bunalım geçirir birkaç gün evde yatar. Bu sırada Lâmia onun mecburi evlenme teklifini reddeder. Üç aylık
hamiie olduğu için intihar etmek ister; ancak kurtarılır ve Kütahya'ya bir
akrabasının yanına gönderilir. Kızını
orada doğurur ve yaşlı bir binbaşıyla burada evlenir. Kenan da prensesle
evlenir. Ancak mutlu ola-mayıp ayrılır. Binbaşı da çıkan dedikodulara dayanamayıp
Lâmia'yı boşar. Lâmia doktor olan Vedat Beyin evlilik
teklifini kabul eder evlenirler. Doktor, Kenan Bey'in arkadaşıdır.
Evlendiklerini duyan Kenan İzmir'e gider ve
orada dayısının çiftliğinde intihar eder. Roman böylece mutsuz bir sonla
biter.
ACIMAK
(Reşat Nuri Güntekin)
Reşat Nuri
Güntekin'in bu romanında İlkokul öğretmeni
olan Zehra adlı bir kadının yaşadıkları anlatılmaktadır. Zehra annesi
ve anneannesiyle büyümüştür. Bu yüzden
babasına karşı onların yönlendirmesiyle kin duymaktadır. Ona karşı hiçbir iyi duygusu yoktur. Zehra
görevine bağlı; ama duygusuz, katı bir genç kadın olur zamanla. Memur olan babası Mürşit Efendi'nin çok hasta olduğunu öğrendiğinde bile "Benim
babam yok." diye karşılık vermiştir. Buna rağmen içten içe bir üzüntü
duymuştur. İzin alıp İstanbul'a gelmiştir; ama babası çoktan ölmüştür.
Zehra yaşlı adamın bıraktığı anı defterini
sabaha kadar okur ve gerçeği anlar. Bu deftere göre asıl hatalı olan babası değil annesidir. Ancak annesi olanları
taraflı olarak Zehra'ya anlatmıştır. Annesinin yaptığı yanlışlar
yüzünden babası Zehra'yı öğretmen okuluna
vermiştir. Zehra şimdi onu aniar ve babasının açılarıyla kalan hayatını
sürdürür. Artık bağışlamayı ve acımayı Öğrenmiştir.)
YEŞİL GECE
(Reşat Nuri Güntekin)
Reşat Nuri Güntekin'in bu
romanındaki, olaylar Cumhuriyet Döneminde
geçmektedir. Şahin, bir köylü çocuğudur. Babası onun dinin ve islamın
gereklerine göre yetişmesini istediği için
onu medreseye gönderir. Bu medresede dört yıl okur; ancak bu okuldan
inançlarını yitirmiş olarak ayrılır. Daha sonra da bir ilçede öğretmenlik yapmaya başlar. Kasabanın egemen güçleri
dar görüşlü insanlar Şahin Efendi'nin yeni bir okul yapma çabasını engellemek isteseler de belediye mühendisi
Necip ona destek olur. O sırada
Yunanlılar İzmir'e girer. Milli Mücadele'ye yaptığı katkılar nedeniyle
düşman askerleri tarafından bir adaya sürülür. Cumhuriyet'in ilanından sonra kasabaya geri dönen Şahin,
düşmanın işbirlikçisi ve hatta gerici
olmakla suçlanır. Ona saldıran kasaba
eşrafı şimdi sakallarını kesip, şapka giyip, ilerici olmaya
niyetlenmişlerdir. Şahin Efendi Cumhuriyet Devrinde
derdini anlatabilmek umuduyla Ankara'ya doğru yola çıkar.
ANADOLU NOTLARI
(Reşat Nuri Güntekin)
(Reşat Nuri Güntekin)
Reşat
Nuri Güntekin'in bu eseri deneme türündedir. Bu türde de oldukça başarılı bir
yazardır. Güntekin bu eserinde denemelerini bir araya getirmiştir. Anadolu Notlarında
bir aydının Anadolu gezilerindeki izlenimlerini anlatmıştır. Bu eserdeki şahıslar, yazarın roman kahramanlarını
yaşadığı hadiselerden seçtiğini gösterir. Yalın
ve akıcı bir üslup kullanarak yazdığı bu eserinde alaycı bir tavır da
dikkati çekmektedir.
SAFAHAT
(Mehmet Akif Ersoy)
Mehmet Akif hem şair
hem yazar hem de bîr hatip olmasıyla
farklılığını ortaya koyan bir sanatçıdır. Manzum hikâyeciliği Fikret'ten sonra
en iyi ortaya koyan ikinci
sanatçıdır. Safahat böyle bir edebiyat anlayışıyla oluşmuş bir eserdir.
Eserde 7 bölüm vardır ve her biri kendi
içinde bölümlere ayrılır. Şair eserinde halka seslenmiş ve yalın bir dil
kullanmaya gayret etmiştir. Safahat,
Süleymaniye Kürsüsü'nde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsü'nde, Hatıralar, Asım, Gölgeler kitabın ana başlıklarıdır.
Safahat'ta
toplumun acı çeken çeşitli kesimlerinden, siyasal olaylardan bahsedilir.
Süleymaniye Kürsüsü'nde Süleymaniye Camii'ne giden iki kişinin sohbetini içeren
dialog vardır. Hakkın Sesleri,
toplumsal sıkıntılardan kurtulmak için
İslami mesajları içerir. Fatih Kürsüsü'nde Fatih yolundaki iki arkadaşın konuşmaları yer alır. Hatıralar,
İslamiyet'i gerektiği gibi anlamayanların İslamiyet'e olan zararları anlatılır. Asım, tek parçadan oluşup, eğitim
ve öğretim, gençlik gibi konuların yer aldığı bölümdür. Gölgeler'de ise üçü ayet yorumu olarak oluşturulmuş
manzum parçalardan oluşur.
ÇAĞLAYANLAR
(Ahmet Hikmet Müftüoğlu)
(Ahmet Hikmet Müftüoğlu)
Mehmet
Emin'in açtığı Türkçülük yolundan giderek eserde Türk destanlarından faydalanarak hikâyeler anlatan yazar; Çağlayanlar'da yer alan hikayeleri tamamen vatani ve milli
duygularla yazılmıştır. Üzümcü'de Türk insanının mert ve heybetli yapısı,
"Altın Ordu"da ise Türk
destanlarındaki kahramanlık öyküleri anlatılır. Eser toplam 18 hikâyeden oluşmuştur. Çağlayanlar halka milli ve vatani şuuru vermek için kaleme
alınmıştır. 1922'de yayımlanan
Çağlayanlar 18 farklı hikâyeden ibarettir.
Bu eser milli edebiyatımız İçinde milliyetçilik duygularıyla çok önemli bir yere sahiptir. Bazı hikâyeler şunlardır: Üzümcü, İnci, Bekir ile Tekir,
Alparslan Masalı. AYAŞLl VE
KİRACILARI
FEHİM BEY VE BİZ
(Abdülhak Şinasi Hisar)
Eser,
Fehim Bey'in Ölümüyle başlar. Sonrasında yazar maziye dönerek Fehim Bey'in hayat hikayesini
anlatır. Fehim Bey kahramanı yazarın
babasının arkadaşıdır. Fehim Bey gençlik yıllarında İstanbul'a, bir devlet işi bulup yeni bir hayat kurmak için gelir. Ama ilk
zamanlar bunu gerçekleştiremez. Yine
de babasına verdiği sözün bir kısmını tutabilmek için büyük bir ev
kiralar. Bu büyük ve boş evde kemanıyla vakit geçirir. Bir zaman sonra
babasının vefatıyla kalan para, borçlarını ödemeye zor yeter. Yazar romanda
Fehim Bey'in kişilik özellikleri ile
birlikte yaşamını da aktarmaktadır. Fehim Bey tam bir Beyoğlu meraklısı, ağırbaşlı, ciddi, titiz, son derece
dakik bir insandır. Gazete meraklısı ve lüzumsuz
ama çok doğru hesap yapabilen biridir. Bu da ona bir ukalalık vermiştir. Londra'da sefaret katibi olarak görev
yapar. Tekrar İstanbul'a döndüğünde Saffet Hanım'la evlenir. Saffet Hanım;
sade, basit ve saf bir kadındır. Onunla
mutlu bir hayat yaşamaya başlar. Hariciyedeki işinden ayrıldıktan sonra
bir işyeri açar. Orada çok çalışıyormuş gibi görünse de tek başına bütün gün uyur. Bu iş yerinin
borcunu ödeyemez olunca da orayı kapatıp tuttuğu dosyalan evine getirir. Bir akrabası
dosyalan kurcalarken tüm yaptıklarının bir hayali iş olduğunu görür ve Fehim Bey'in aklından zoru
olduğunu düşünür. Daha sonraları resmi bir
dairede tercümeler yaparak geçinmeye başlayan Fehim Bey, giderek yainız-laşır
ve sağlığı bozulur. İyice yaşlanır. Kendini akıp giden zamana bırakır.
ÇANKAYA
(Fallh Rıfkı Atay)
(Fallh Rıfkı Atay)
Falih Rıfkı bu eserde
Atatürk'ün hayatı ve inkılaplarını anlatmıştır.
Atatürk'ü çok iyi bilen bir yazarın elinden çıkan bu eser, Atatürk ile
ilgili başka yerde bulamayacağımız
bilgileri de içermektedir. Falih Rıfkı'nın başlık başlık
ayırdığı bu eserin genel çerçevesi üç bölüme ayrılabilir.
Birinci bölüm çocukluk ve gençlik yılları, ikinci bölüm Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve üçüncü bölüm Atatürk'ün
fikirleri ve kişisel özellikleri ile ilgili yazıları içeren bölümdür.
ZEYTİNDAĞI
(Falih Rıfkı Atay)
Zeytindağı,
Osmanlının son dönemleri ile Türkiye Cum-huriyeti'nin kuruluşu ve ilk dönemi arasındaki
zamanı anlatmaktadır. Eserin ismi Kudüs yakınlarındaki bir dağın isminden
gelmektedir. Burada Cemal Paşa'nın karargahı bulunmaktadır. Cemal Paşa,
İttihat ve Terakki içerisinde Talat ve Enver Paşa'larla birlikte en önemli isimler arasındadır. Talat ve
Enver Paşa'larm muhafazakar tutumuna karşılık, Cemal Paşa yenilikçi biridir. Falih Rıfkı, Cemal Paşa'nın yanında
olayları daha iyi görür ve yaşanan devri eserine açık bir şekilde yansıtır.
DİYORLAR Kİ
(Ruşen Eşref Ünaydın)
(Ruşen Eşref Ünaydın)
Ruşen
Eşrefin 1917-1918 yıllarında edebiyat dünyasındaki Önemli isimlerle yaptığı
edebi görüşmeleri içeren eserdir. Bu görüşmelerin çoğu daha önce çeşitli gazetelerde yayımlanmış yazılardır.
Ruşen Eşrefin bu eserinde Nigar Hanım, Samipaşa zade Sezai, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit, Abdül hak
Hamit Tarhan, Süleyman Nazif,
Cenap Şehabettin, Halit Ziya UşaklıgiL Mehmet Emin Yurdakul, Refik Halit Karay,
Ahmet Ha-şim, Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Ali Kemal, Fazıl Ahmet ve Hamdullah Hamdi ile
yapılan görüşmeler yer almaktadır.
FATİH-HARBİYE(Peyami Safa)
"Hazırlıksız,
kulaktan dolma bilgilerle ve başkalarının yönlendirmesiyle ortaya çıkan
Batılılaşma arzusunun gerçekleşmesi mümkün olamaz." ana fikri üzerine kurulmuş olan Fatih-Harbiye romanında Peyami Safa, "Doğulu
muyuz; yoksa Batılı mı?" çatışmasını, yarattığı "Doğu-Batı
Sentezi"yle çözümlemeye çalışır. Safa, romanında kurduğu bu çatışma ortamını
dört kişiden oluşan bir modelle ifade eder: "Seçici durumunda bir kadın (Neriman), onun karşısında Doğu'yu (Şinasi) ve Batı'yı (Macit) temsil
eden erkekler ve "bilge kişilik" konumunda olan ve daha çok
yazarı temsil eden bir karakter (Faiz
Bey).
Aşk
temasının egemen olduğu bu modelde bireyler arası ikili karşıtlıklarla
Doğu-Batı çatışması tartışmaya açılır
ve roman, Doğu'yu temsil eden "Fatih" semti ile Batı uygarlığının göstergesi olan
"Harbiye"nin karşılaştırması temelinde gelişir.
Neriman, Doğu'yu
simgeleyen Fatih semti ile Batı'yı temsil
eden Harbiye arasında gelgitler yaşar. Bu ikilem Neriman'ın bir seçim
yapmasını gerektirir. Aşkın, bu karşıtlık
içerisinde bağlayıcı bir rolü vardır. Neriman bu iki kutbu temsil eden erkeklerle birliktelik yaşar ve bu
birlikteliklerin
sonunda bağlı olduğu Doğu kültürünün nimetlerinin farkına varır. Fatih semtinde ailesiyle yaşayan ve müzik eğitimi alan bir kızın Harbiye'de bir gence (Macit) âşık olması ile gelişen olaylar,
Fatih'te gerçek aşkı (Şinasi)
bulması ve öz değerlerine dönüşü ile son bulur. Neriman'ın seçimini Doğu'dan
yana kullanmasıyla yazar, maddeciliğe
karşı geleneksel değerlere bağlılığını ve Doğu felsefesiyle şekillenen
yaşam biçiminin haklılığını kanıtlama arzusunu dışa vurur.
MAHŞER
(Peyami Safa)
Peyami
Safa'nm l. Dünya Savaşı'mn yol açtığı bireysel ve toplumsal bunalımları konu edindiği romanıdır. Savaş
yıllarını salon köşelerinde, kadınlı erkekli eğlence gecelerinde geçiren ve ülke çıkarlarını değil de sadece kendi
ç/karlarını düşünen; devleti soymak, savaşları bahane ederek ülke dışından ülkeye kaçak mal sokmak için uğraşan insanlarla üst düzey ve askeri
rütbeli insanlardan oluşan yüksek sınıfın eleştirildiği roman,
Çanakkale'de gazi olup İstanbul'a büyük ümitlerle dönen bir gencin (Nihad) karşılaştığı bu durumun ve yaşadığı
olayların etkisiyle hayal kırıklığına uğramasını anlatır. Romanın akışı içinde Nihad, ihtilalci bir kimliğe bürünür ve
bu uğurda hapse bile düşer. Nihad parasızlık, toplumdaki insanların
tutumları ve Muazzez'le yaşadığı
aşkın etkisiyle intihara kalkışır. Ancak o sırada hayata tekrar sarılır. Nihad,
romanın sonunda Muazzez'le barışır, iş
bularak para sorununu çözer; ancak ihtilal
fikrini beyninden atamamıştır. Çünkü insanlar, Batı sarhoşluğu içinde
kendilerinden geçmiş, geleneksel değerleri;
hatta kendileri uğruna savaşan, gazi olan, şehit olan askerleri bile hiçe
sayar bir hale gelmiştir.
MATMAZEL NORALİYA'NIN KOLTUĞU
(Peyami Safa)
(Peyami Safa)
Matmazel
Noraliya'nın Koltuğu'nda yazar, Ferit adlı
inançsız ve maddeci bir gencin, yaşadığı parapsikolo-jik olaylar karşısında
Tanrı’ya inanmaya başlamasını, yaşad/ğı
kişilik değişimini konu alır. ikinci Dünya Savaşı sırasındaki olayların anlatıldığı Matmazel Noraliya'nın Koltuğu'nda, zamanın "bilimsel"
verileriyle hareket eden, psikolojik problemleri olan, zevk düşkünü ve şüpheci
karakter Ferit'in ruhsal arayışları konu edilir. Ferit'in kendini toplumdan
soyutlayarak bir pansiyona çekilmesinin
ardından başlayan mistisizme kayış, Matmazel Noraliya'nın konağında son
bulur. Gerilimin kararlı bir biçimde yükseltildiği birinci bölümün ardından arayış ve kendini buluş basamaklarının yer aldığı
ikinci ve "mükemmele ulaşma" aşamasının işlendiği üçüncü bölüm
ile olaylar mutlu sona bağlanır. Ferit'in yaşadığı çaresizliklerde ona Peyami Safa'nın kendi düşüncelerini okuyucuya iletmek için yarattığı Yahya Aziz karakteri yardım eder. Dünyayı sadece yaşanan bir yer olarak gören Ferit,
çeşitli paranormal ve mistik görüntülere maruz
bırakılır. Ferit, akılcılığın tükendiği noktada devreye giren mistik anlayışın
egemen olduğu görüntülere kendini kaptırır. Ferit'te yaratılan ruh-madde
çatışması; paranormal görüntüler, Yahya Aziz'in açıklamaları ve Matmazel
Noraliya'nın anılarını yazdığı defter yardımıyla ruhun galibiyeti ile son
bulur.
YALNIZIZ
(Peyami Safa)
Toplumsal karakterleri ile
biyolojik kişilikleri arasındaki çatışmaların kurbanı olan üç genç
kızın (Selmin, Meral, Feriha) öyküsünün anlatıldığı roman, manevî değerlerin zarar
görmesi sonucu bireyin yaşayacağı sıkıntıların
maddeci görüşlerle çözümlenemeyeceği ger-çiğini kabul etmeyenlerin
sonunda yalnızlığa düşüp hüsrana uğrayacağı
düşüncesi temelinde kurulmuştur. Roman
kahramanlarından Samim'in, gerçek
dünyanın değersizliği karşısında, İdeal dünya olarak hayai ettiği ve "Simeranya"
adını verdiği ütopik dünyaya ait tasarısının büyük ölçüde işlendiği Yalnızız, esas itibariyle düşünsel
yanı ağır basan bir romandır. Yazar romanını bir düşünce üzerine kurmuş, figürlerini de o düşüncenin temsilcileri olarak tanıtmıştır. Bu düşünce,
Düalizm (İkilik) düşüncesidir.
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
(Peyami Safa)
"Dokuzuncu Hariciye
Koğuşu", hasta bir gencin psikolojisini, kötü bir hastalık karşısında
insanın çaresizliğini ve karamsarlığını işleyen "otobiyografik bir ro-marTdır.
Yazarın, bu romanı yazmasında gençliğinde geçirdiği
rahatsızlıkların payı olduğu düşünülmektedir. Peyami Safa romanda,
psikolojik çözümlemelere, ruh tahlillerine ağırlık vermiştir. Olaydan çok,
olayların insanlar üzerindeki etkileri üzerinde durulmuştur. Hasta genç (yazar), annesi İle kenar mahallelerin birinde
virane ahşap bir evde yaşamaktadır. Hastalığı (kemik veremi) nedeniyle ruhsal
bunalımlar yaşayan genç, sürekli olarak,
hastaneye pansumana gitmek zorundadır. Genç, annesiyle birlikte eski
bir evde oturmaktadır. Pansumandan döndüğü
bir gün Erenköy'deki uzaktan
akrabalarına gitmeye, orada dinlenmeye karar verir. Erenköy'deki köşk,
çok güzel bir yerdir. Gencin akrabası olan Paşa, gence değer veren eski bir emeklidir. Nüzhet, gencin sevdiği; ancak hiçbir zaman sevdiğini söyleyemeyeceği
şımarık bir Paşa kızıdır. Erenköy'de onunla
geçirdiği günler hem çok güzel hem de
üzücüdür. Paşa'nın eşi olan Yenge, Dr.
Ragıp'la Nüzhet'in arasında
hemen söz kesilmesini istemektedir. Nüzhet ise bu konuda ne düşündüğünü
belli etmemekte, hasta gencin duygularıyla oynamaktadır. Yengesinin Nüzhet'e
mikrop geçebileceği uyarısını duyan hasta
genç, evine dönmeye karar verir. Bir yandan yaralarının ve ağrılarının artması bir yandan manevi üzüntüleri gencin sık sık doktora gitmesine neden
olur. Dr. Mithat bu
konuda gencin en büyük yardımcısıdır. En kötü
zamanlarında hep o yanındadır. Nihayet bir gün korktuğu başına gelir ve ayağının kesileceğini öğrenir. Çok
üzülmüştür. Bu üzüntüyle hastane odasında bayılır. Gencin bayılmasından
etkilenen Operatör kasaplardan farklı olmaları gerektiğini söyleyip
gence, üç aylık bir tedaviyle bacağın kurtarılması için hastanede kalması gerektiğini söyler. Genç, bunu kabul etmek
zorunda kalır ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'na yatırılır, Burası ona hapishane gibi gelir ve çok
korkutucudur. Zor geçen günlerin
sonunda ameliyat günü geiir. Ameliyatı bitince yedinci pansumanda doktor,
gence, bacağının kurtulduğunu; ancak yere basamayacağım söyler. Artık
o sakat bir insandır. Bunu düşünmek hayatı daha
zor hale getirmektedir. Bu arada Nüzhet'in düğün davetiyesi gelmiştir.
Nüzhet, Dr. Ragıp Bey'ie evlenip Berlin'e gidecektir. Gencin de hastaneden
taburcu olma günü gelmiştir. Yaşam onu iyice korkutmaktadır. Ancak kuvvetli olması gerektiğini düşünmektedir.
Hastaneden çıkma günü gelir, yanında annesi, Dr. Mithat Bey ve arkadaşı vardır.
AGANTA BURİNA BURİNATA
(Halikarnas Balıkçısı) / (Cevat Şakir Kabaağaçlı)
Ege ve Akdeniz kıyılarındaki olaylardan esinfenerek
deniz hikâyeleri kaleme alan Cevat Şakir'in "Aganta Burina Burinata" adlı eseri onun eserlerinin
genel özel-ilklerini yansıtmaktadır. Cevat Şakir, bu eserinde deniz sevgisini, denizcilerin yaşadığı zorlukları,
güzellikleri dile getirmiştir. Anı
biçiminde oluşturulan eserde, deniz bir kahraman gibi işlenmiş; bu yüzden
yayınlandığı dönemde bir hayli ilgi görmüştür.
HUZUR
(Ahmet
Hamdi Tanpınar)
Huzur; Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının roman,
hikâye, şiir, deneme, makale gibi edebiyatın çeşitli alanlarında eserler veren Ahmet Hamdi Tanpmar'ın en önemli romanıdır. Eser, olay ve karakter romanı
olmaktan çok karışık ruh hallerini betimleyen bir yaşantı romanıdır.
Dört bölümden oluşan eserin her bölümü bir roman
kahramanının adını taşımaktadır: İhsan, Nuran, Suat, Mümtaz. Romanın başkahramam
Mümtaz'dır. Diğer kahramanlar Mümîaz'm çevresindedirler. Romanın birinci bölümde olaylar bir gün
içinde geçer. İkinci ve üçüncü bölümlerde bir geriye dönüşle Mümtaz, Nuran ve Suat arasında daha önce
geçmiş ve Suat'ın kendini asmasıyla sona
eren aşk maceraları anlatılır. Dördüncü bölümde hastalığı ağırlaşmış ağabeyi
İhsan için bir sabah vakti İlaç bulmaya
koşan Mümtaz, ölü Suat'ın hayaliyle karşılaşır. Ruhsal bunalım geçiren Mümtaz
kötü bir halde eve gelir. Radyo, H. Dünya Savaşı'nm başladığı haberini verir.
Böylece roman biter.
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
(Ahmet Hamdi Tanpınar)
(Ahmet Hamdi Tanpınar)
Ahmet
Hamdi Tanpmar'ın önemli eserlerinden biri olan yapıt; Abdülhamit devrinde
İstanbul'da doğan, böylece Tanzimat, Meşrutiyet, savaş yılları ve Cumhuriyet
devrini yaşayan, bütün bu dönemlerin aksayan yönetimini, manasız bürokrasi çarklarını ve ahlâki ilişkilerini kaybetmiş insanlarını bütün çelişkileriyle, fakat saf
ve iyi niyetli bir dille anlatan Hayri irdal'ın diliyle yazılmıştır. Roman Hayri İrdaPla Halit Ayarcı'nın birlikte
kurdukları "Saatleri Ayarlama
Enstitüsü" etrafında işlenir. Toplumda hiçbir fonksiyonu olmayan
bürokratik kurumların sembolü olan bu
enstitü Halit Ayarcı'nın menfaatlerine göre gelişir; büroları,
bankaları, dernekleri olan büyük bir bürokratik
çark hâlini alır. Hayri İrdal ise yaptığı işin faydasına ve büyüsüne öylesine
kendini kaptırmıştır ki, Halit
Ayarcı'nın kendini sürekli aldattığının farkında bile değildir.
SAHNENİN DIŞINDAKİLER
(Ahmet Hamdi Tanpınar)
Eserlerinin
başlıca konuları, İstanbul, zaman fikir, rüya, Doğu ve Batı medeniyeti olan
Ahmet Hamdi Tanpınar; "Sahnenin Dışındakiler" adlı romanında Milli
Mücadele Dönemi İstanbul'unu
romanın başkahramam olan Cemal vasıtasıyla
anlatmıştır. Bu yapıt siyasi meselelerin fazlaca yer aldığı bir
romandır. Romanda eserin başkahramam Cemal'in gözüyle İstanbul'un işgal yılları anlatılmaktadır. Eserin
başlığı, yani sahnenin dışı
İstanbul; sahnenin içi ise Kurtuluş Savaşı'nm cereyan ettiği
Anadolu'dur. Yapıtta
aşk da ihmal edilmemiştir. Cemal,
eserin diğer önemli kahramanı
Sabiha'yı sevmektedir. Sabiha, modernleşmekte olan Türk kadınını temsil eder.
Tiyatroyla ilgilenir, kadın hakları
konusunda mücadele verir.İhsan, Süleyman
Bey, Nasır Paşa, Kudret Bey,
Muhlis Bey, Muhtar, Tevfik Bey eserin diğer kahramanlarıdır.
ABDULLAH EFENDİ'NİN
RÜYALARI
(Ahmet Hamdi Tanpınar)
Beş
hikâyeden oluşan yapıt, Ahmet Hamdi Tanpmar'ın 1943'te kaleme aldığı hikâye
kitabıdır. Yapıtta yer alan beş hikâyede de yazar, değişik kişiler gibi görünerek kendi iç dünyasının kargaşalarını anlatır. Tanpınar, bu
beş hikâyesinde bir şair sezgisi ve fikir adamı
dikkatiyle hikayeciden çok özlü bir denemeci olarak karşımıza çıkar.
BEŞ ŞEHİR
(Ahmet
Hamdi Tanpınar)
Ahmet
Hamdi Tanpınar deneme tarzında kaleme aldığı "Beş Şehirln konusu için :
"Hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır." der. Türk
edebiyatı İçin önemli bir yere sahip olan
bu eserde Tanpınar; Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul gibi Türk dünyası
için beş önemli şehrin panoramasını çizer.
KAYIP ARANIYOR
(Sait Faik Abasıyanık)
Yazarın
iki romanından birisidir. 1953 yılında yayımlanan bu romanda, yazarın hikayeci
kişiliğinin izleri vardır. Romanın başlıca kahramanları: Nevin, Cemal, özde-rnir, Biletçi Çocuk, Konsolos
Vildan Bey ve Kamarot İrfan'd ı r.
Cemal,
bir halk çocuğudur. Nevin ise birkaç dil bilen, yurt dışında eğitim görmüş bir kadındır. Bir vapur yolculuğunda aralarındaki uçurumu dikkate almadan
sohbet ederler. Nevinle Cemal evlenmeyi düşünürler. Fakat ailelerinin
buna karşı çıkacağını da bilirler. Konsolos
Vildan, Nevin'in babasıdır. Nevin daha önceleri Özdemir Bey'le evlidir.
Özdemir, eşini aldattığı için Nevin ondan ayrılır. İstanbul'da tiyatro kurma
girişiminde bulunur ama başarılı
olamaz. Cemal'ie Nevin bu arada
evlenmeye çalışırlar, ama Nevin'in annesi buna izin vermez. Nevin, Ankara'ya
döner, kocasından ayrı-iır. Anadolu'ya giden bir trene biner ve uzakiaşır.
Adını değiştirir. Bunun üzerine babası her gazeteye "Kayıp
Aranıyor" ilanı verir, ama kayıptan haber yoktur.
KURTLAR SOFRASI
(Attita İlhan)
Attila İlhan'ın romanıdır.
Romanın kahramanı Mahmut Ersoy, Kurtuluş Savaşı'na katılmış Hüsnü Faik Bey'in çıkardığı "Birlik" gazetesinde
yazardır. Atatürk'ün devrim ve ilkelerini yaşatmaya azimli bir kadronun
karşısında çıkarcılar, karaborsacılar
vardır. Mahmut, bu çıkarcılar tarafından öldürülür. Cinayet, Mahmut'un sevdiği
Ümit'in yardımı ile çözülür ve roman Mahmut'un şu sözü hatırlatılarak biter:
"Memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü isyan haktır."
TÜTÜN
ZAMANI
(Necati Cumalı)
(Necati Cumalı)
Olay, Kavata göçmenlerinden Recep ailesi içinde geçer.
Yazdır ve Urlalılar ilçeden bağlara, tütün tarlalarındaki çardaklara
taşınmıştır. Recep Ağa, büyük kızı Ze-liha'yı
hemşehrisi ve bağ bahçe sahibi Bekir'le evlendirmek niyetindedir. Zeliş
ise Cemal'İ sevmektedir. Bunu duyan Bekir, Zeliş'i kaçırmaya karar verir, ama
Zeliha, Cemal'te kaçar. Recep Ağa, önce Cemal'den davacı olur. Komşuların araya girmesiyle davadan vazgeçer
ve Zeliha ile Cemal evlenip İzmir'e giderler.
KÜÇÜK AĞA
(Tarık Buğra)
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı ordusunun dağılmasıyla devlet işgal altındadır.
İstanbul'dan Akşehir'e gönderilen Mehmet Reşit Efendi, gittiği yerde "İstanbullu
Hoca" adıyla tanınır. Akşehir'de halkın İstanbul'a bağlı kalmasını
sağlayan Hoca, hutbelerde Hilâ-fet'ten ve
padişahtan yana konuşur. Anadolu illeri birer birer Kuvayi Mİlliye'ye
katılırken Akşehir bunun dışında kalır. Kuvayi Milliye İstanbullu Hoca için Ankara'da
vur emri çıkarınca Hoca, karısını bırakarak Çakırsaray çetesine
katılır. Artık İstanbullu Hoca değil, "Küçük Ağa" olmuştur. Ancak bir süre sonra Kuvayi
Milliyeciler yerini öğrenir ve baskın yaparlar. Ama Küçük Ağa yanına
aldığı bir grup adamıyla kayıplara karışır. Salih savaş sonrasında arkadaşı
Niko ile zamanını meyhanede geçirmektedir. Bir gün bu meyhane de Rumların gizli toplantısına şahit olur ve asıl
amaçlarını öğrenir. Akşehir'de Hoca'yt, yani Küçük Ağa'yı yakalaması
için Salih görevlendirilir. Salih uzun arayışlardan sonra Küçük Ağa'yı bulur.
Onunla konuşarak Küçük Ağa'yı Kuvayi Milliye safına çeker. Küçük Ağa Salih'le
birlikte Kuvayi Milliye için çarpışmaya başlar. Roman Küçük Ağa'nın bir
çarpışma sırasında yaralanmasıyla son
bulur.
KÜÇÜK AĞA ANKARA'DA
(Tarık Buğra)
Küçük Ağa romanının devamı oian
bu eserde; Küçük Ağa, eşini ve çocuğunu getirmesi için Akşehir'e Salih'i
yollar. Salih burada Küçük Ağa'nın eşinin başka biriyle evlendirildiğini öğrenir. Bu nedenle tekrar Küçük Ağa'nın yanına dönmek
istemez. Bu sırada Küçük Ağa'nın istanbullu
Hoca olduğunu Akşehirliler Salih'ten öğrenir. Salih Küçük Ağa'nın yanına dönmez
ve kayıplara karışır. Küçük Ağa; İsmet Paşa'nın Batı Cephesi kumandanlığından
alınmasını isteyerek bütün kuvvetleriyle Ankara'ya yürüyen Çerkez Ethem'i
engellemek ister. Kuvayi Milüyeyi
bilgilendirir. Bu çabaları nedeniyle Mustafa Kemal tarafından Ankara'ya çağırılır. Fevzi Paşa'nın korumasıyla bir süre sonra Akşehir'e gider.
Karısının başkasıyla evlendiğini, şimdi de ağır hasta olduğunu görür. Karısına kendi hakkında bilgi vermez.
Ankara'ya döner. Doktor Haydar Bey,
oğlu Mehmet'i Küçük Ağa'ya getireceğine
dair söz verir ve roman biter.
İBİŞ'İN RÜYASI
(Tarık Buğra)
(Tarık Buğra)
Romandaki erkek kahraman Nahit, kantolarıyla ünlenen
ve birçok hayranı olan Hatice adlı oyuncuya aşık olur. Ancak evli olduğu için bunu gizler. Öte yandan Nahit'in
işsizliğine acıyıp yanında işe aldığı aktör Sadi, Nahifi kıskanıp Hatice'yi ayartmaya kalkar. Nahit de intikam
almak için Sadi çok sarhoşken, onu seyircilerin karşısına çıkarıp rezil eder.
Bu olaylar üzerine Hatice intihar eder ve Nahit yine eski yalnızlığına döner.
KEŞANLI ALİ DESTANI
(Haldun
Taner)
Keşanlı Ali, gecekonduları koruyan
ve onların çeşitli sorunlarına çözüm arayan bir kabadayıdır. Evlendiği gece
ona düşman olan Manyak Cafer'in gecekonduları yakmaya
çalışması nedeniyle namını korumak için Cafer'in karşısına çıkar. Manyak Cafer, silahla Keşanlı Ali'yi yaralasa da onu engelleyemez. Boğuşma
sırasında Cafer vurulur. Ali polisler tarafından tutuklanır. Keşanlı
Ali yeni evlendiği yavuklusuna doyamadan ayrılmak zorunda kalır.
ESİR ŞEHRİN İNSANLARI
(Kemal Tahir)
1914 Dünya Savaşı karışıklığından iki yıl kadar sonra Kamil Bey, karısı Mermin ve kızı Ayşe ile birlikte
İspanya'dan İstanbul'a döner ve
Bağlarbaşı'nda babasından kalma köşkü
onartarak oraya yerleşir. Bu esnada Galatasaray Lisesi'nden arkadaşı
Ahmet, Kamil Bey'den kendilerine yardım
etmesini ister. Kamil Bey, Nedime
Hanım'ın çıkardığı
Karadayı gazetesinde ülkenin sorunlarıyla ilgili yazılar yazmaya başlar.
Düşman güçlerine ait saldırı pianını eie geçiren Nedime Hanım ve arkadaşları bunu Anadolu'ya ulaştırmaya çalışır. Bu işi bizzat Kamil Bey üstlenir ve bir
süre sonra yakalanır ve tutuklanır. Sorguya çekilir. Nedime Ha-nım'ın
yaptıklarını anlatması istenir. Kamil Bey sorumlu bir aydın olduğundan dolayı
İstanbul hükümetinden iş verilmesine rağmen
Nedime Hanım'ı ele verecek hiçbir
şey anlatmaz.
YORGUN SAVAŞÇI
(Kemal Tahir)
1908 Meşrutiyet ile
Mütareke Devri (1918-1922) arasındaki
olaylardan, Balkan ve Birinci Dünya Savaşla-rı'nın getirdiği
rahatsızlıktan dolayı yorgun savaşçılar toparlanıp
mücadeleye başlar. İşgal altındaki İstanbul'da Yüzbaşı Cemil'in teyze kızı Neriman'la evlenmesine paralel başlayan olaylardan kurtulmak isteyen
yorgun savaşçıların Anadolu'ya
geçmeleriyle gelişir. Böylelikle
Mustafa Kemal saflarına katılarak güç kazanırlar, bilinçli hale gelirler.
Kurtuluş Savaşı'nı kesinlikle müjdeleyen milli bir güven ortamı
yaratırlar.
DEVLET ANA
(Kemal Tahir)
Eser,
adını kahramanı Devlet Hatun'dan alır. Dört bölüme ayrılmış olan eserde
Osmanoğullarmın tarih sahnesine çıkışı, savaşçı dervişler, hilebaz kişiler
anlatılmaktadır. Şeyh Edebalİ ve
Yunus Emre gibi tanınmış kişilerle
maceranın, aşkın, inancın, tarih ve masal potasında eritilmesiyle
oluşan yazılar eseri oluşturmaktadır.
İNCE MEMED
(Yaşar Kemal)
(Yaşar Kemal)
İnce Memed
Dikenlidüzü köyünde bir çocuktur. Abdi Ağa'dan
çok zulüm görür ve köyden kaçar. Dağlara çıkıp eşkiya olur; ama çok iyi bir ruhu vardır. İyinin yanındadır.
Dağlara sevgilisini de çıkarır; ama annesini ve sevgilisini öldürürler. Toroslarda birçok maceraya şahit olur. İnce Memed'i ne jandarmalar ne de askerler
yakalayabilirler. Çok iyi bir
nişancı, hızlı ve çeviktir. Köylüye zulmeden
ağlara düşmandır ve köylü de onun yanındadır ondan güç alır. Gün gelir
Abdi Ağa'yı öldürür.
YER DEMİR GÖK BAKIR
(Yaşar Kemal)
Yazar,
Yer Demir Gök Bakır'da sadece köylülerin içinde bulunduğu dönemde yaşadıkları çaresizliği anlatmakla kalmamış, onların bu zorluklar sonucunda bir
ermiş yaratıp, ona sığınmalarının
öyküsünü de okuyucu-
ya
aktarmaya çalışmıştır. Yani o, köylünün bulunduğu zor durumu, törelerin onların
üzerinde oluşturduğu korku dolu
baskıyı köylünün düşleri sayesinde oluşan bir mitos
aracılığıyla hafifletmiş. Böylece o dönemde yaşanılan gerçeklerin keskinliğini
hayal gücünün ürünü olan mitoslarla
yumuşatmıştır.
EKMEK KAVGASI
(Orhan Kemal)
Adını, Orhan
Kemal'in aynı adlı öyküsünden alan Ekmek Kavgası, Türk ve dünya edebiyatından
seçilmiş, konusu emek olan öyküleri kapsıyor, öykülerin sıralanışında belirti bir devamlılık ilkesinin güdüldüğü
kitapta, işçi ve emekçilerin iş
sürecindeki sorunlarını, gündelik yaşamdaki sıkıntılarını veya
sevinçlerini ernek ve sermaye arasındaki
uzlaşmaz çelişkiden patlayan grev ve direnişleri anlatan Öyküler yer alıyor.
MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI
(Nazım Hikmet)
(Nazım Hikmet)
Nazım Hikmet,
Memleketimden İnsan Manzaralan'nı 1941'de
Bursa Cezaevi'nde yazmaya başlamıştır. II. Meşrutiyeî'ten II.
Dünya Savaşı
sonrasına kadar çok geniş bir zaman diliminin öyküsünü (1908 -1945} bu kitapta
destanlaştırmıştır. Düzyazı, şiir, senaryo tekniklerinin iç içe kullanıldığı
Memleketimden İnsan Manzaraları;
şiir, roman, öykü, oyun, senaryo, destan olmayan ve hepsini içeren yeni bir
türün habercisi olmuştur. Beş cilt halinde
yayımlanan ve yaklaşık yirmi bin mısra olan bu yapıt, Nazım Hikmet şiirinin doruğunu
oluşturmaktadır. Nazım Hikmet
yapıtıyla ilgili ön tasarısını şöyle
açıklamaktadır:
1.
İstiyorum ki okuyucu on iki bin mısrayı bitirdikten
sonra vıcık vıcık insan kaynaşan bir mahşerden
geçmiş olsun
sonra vıcık vıcık insan kaynaşan bir mahşerden
geçmiş olsun
2. İstiyorum ki bu insan mahşerinin
ifadesi okuyucuy
la muayyen bir tarihi devredeki sosyal durumunu
anlatsın
la muayyen bir tarihi devredeki sosyal durumunu
anlatsın
3. İstiyorum ki İkinci planda,
Türkiye cemiyetini çevre
leyen dünya, muayyen bir devrede anlaşılsın
leyen dünya, muayyen bir devrede anlaşılsın
4. İstiyorum ki nereden gelip,
nerede olduğunu, nere
ye gidildiği sorusuna, sahamın İçinde azami imkan
larla cevap verilsin
ye gidildiği sorusuna, sahamın İçinde azami imkan
larla cevap verilsin
KUYUCAKLI YUSUF
(Sabahattin Ali)
1903
senesi sonbaharında Aydın'ın Nazilli ilçesi Kuyu-cak köyünde eşkıyalar bir evi basar ve evdeki kan-ko-cayı öldürür. Soruşturmaya gelen kaymakam dokuz yaşındaki
Yusuf'u evlat edinir. Kaymakam, karısı Şahin-de'nin
yüzünden kendisini içkiye ve kumara vermiştir.
Fabrikatör
Hilmi Bey'e üç yüz yirmi altın borçlanmıştır. Zamanla Yusuf
ve kaymakamın kızı Muazzez büyür. Kasaba kabadayısı Şakir, Muazzez'i rahatsız edince Yusuf tarafından dövülür. Daha sonra kaymakam Yusuf ile Muazzez'i evlendirir. Yusuf'u Edremit'te
tahrirat katibi yapar. Bir süre sonra gelen yeni kaymakam, Şakir'in ve babasının yakın dostudur. İzzet Bey adındaki bu
yeni kaymakam Yusuf'u görevden alır
ve süvari tahsildarı yapar, artık Yusuf sürekli dışarıdadır. Bu arada Şahinde Hamm'ın evi kaymakam ve ileri geienlerin çaigı
çengi yeri olmuştur. Muazzez de iffetini yitirmek üzeredir. Bir akşam Yusuf eve gelir, evdeki herkesi öldürür.
Karısını gömen Yusuf atına atlar ve dağlara gider.
BİR
BİLİM ADAMININ ROMANI
(Oğuz Atay)
Ülkemizde
pek benimsenmemiş bir dalda yani biyografik roman
türünde, Oğuz Atay'ın, kendine özgü üslubu ve kurgusuyta yazdığı bir romandır.
Bu romanda Atay kendi hocası da olan Mustafa
inan'ı anlatmıştır. Fakir bir halk çocuğunun uluslararası ün sahibi
bilim adamı olma yolundaki zorlu serüvenini sergilenirken toplumsal eleştiri
kalıplarını da zorlamıştır. İnan'ın yaşamından
kesitler veren bu romana fotoğraf albümleri de eklenmiştir.
TUTUNAMAYANLAR
(Oğuz Atay)
Tutunamayanlar'da
iki baş karakter vardır. Selim Işık ve Turgut Özben. Turgut Özben küçük burjuva yaşamının içine gömülmüş genç bir mühendistir.
Arkadaşı Selim Işık'ın intiharını bir
gazete haberinden öğrenir ve sarsılır.
Turgut, Selim'in intiharının sebebini araştırmaya girişir. Öncelikle Selim'in
diğer arkadaşlarından Metin ve
Esat'la görüşür. Başlangıçta karanlıkta olan Selim'in karakteri bu görüşmeler sonucunda aydınlanmaya
başlamıştır. Metin ve Esat'ın arkasından Süleyman Kargı'yı bulur. Süleyman, Selim'in yazdığı altı yüz mısraiık
şiiri Turgut'a verir. Bu şiirden ve Süleyman Kargı'nın izlenimlerinden Selim'in
duygulu, olumsuz, sabırsız ve yaşantısında cansız olduğu anlaşılmaktadır. Turgut Özben, Selim ile ilişkisi olan Günseli
isimli bir kızla tanışır. Günseli'nin anlattıklarıyla birlikte Selim'in
"Tutunamayan İnsan" kimliği aydınlanmaya devam ediyordur. Derken Selim'in günlüğü ortaya çıkar ve karanlıkta kalmış ufak noktalar, bu günlük ve
Selim'in son günlerinde yazdığı "Türk Tutunamayaniar Ansiklopedisinde anlatılan kişiler aracılığıyla
sonuca ulaşır. Turgut Özben, Seüm'in
hayatı üzerine yoğunlaştırdığı düşünceler sonucunda kendi benliğini
tanımaya başlar. O da tutu n mayan l ard ar
biridir. Hayatını sıradan alışkanlıkların yönettiğini fark eder. Evinden
ayrılır, bir trene biner ve gözden kaybolur.
BU ÜLKE
(Cemil Meriç)
(Cemil Meriç)
Cemil
Meric'in "Bu Ülke" adlı eseri Meric'in sürekli etrafında dolaştığı Doğu-Batı sorunu yanında, sağ-sol kutuplaşmasına ve kalıplaşmasına ilişkin önemli
tespit ve karşı çıkışları da içermektedir. Eserde Cemil Meric'in kullandığı ağır dil göze çarpar. Bu Ülke Meric'in
düşüncelerinden, izlenimlerinden, duygularından oluşan bir eserdir.
Meriç, eserinde kendini anlamak ve anlatmak için kaleme aldığı yayımlanmış ya
da yayımlanmamış yazılarını da okuyucusuyla
paylaşır. Bu
Ülke Meric'in "aynı
kaynaktan fışkırdılar" dediği eserler dizisinin önemli bir halkasıdır. O, Bu Ülke için: "Bu sayfalarda hayatımın
bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim,
bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki hayat denen mülakata bu
kitabı yazmak için geldim." der.
SESSİZ
EV
(Orhan Pamuk)
Selahattin
Bey'in karısı Fatma Hanım İttihat ve Terakki idaresi ile anlaşamadığı için İstanbul'dan ayrılır. Gebze'ye giderek Cennethisar'da köhne ve büyük bir
eve taşınır. Fatma Hanım yalnız
başına yataktan kalkama-yan ve yürüyemeyen bir kadındır. Bundan dolayı yanına
Cüce Recep lakaplı bir bakıcı alır. Fatma Hanım'ın üç torunu bir haftalığına bu büyük eve gelirler. Torunlarından Faruk tarihçidir. Nilgün üniversitede
Metin ise lisede öğrencidir. Faruk her sabah Gebze Kaymakamlığına
gider orada araştırmalar yaparak vaktini geçirir. Torunlardan Metin çocukluk arkadaşı Vedat'la birlikte zengin aile çocuklarıyla gezmektedir. Nilgün ise
her gün etinde bir kitapla sahile
gider. Dönüşte bir Cumhuriyet Gazetesi alır ve eve geçer. Cüce Recep'in Hasan adında bir yeğeni vardır. Hasan Nilgün'e aşıktır,
ama Nilgün'ün solcu olduğunu düşünmektedir. Bunu kendi arkadaşlarına anlatır. Arkadaşları Nilgün'e ilgi
duyduğu için Hasan'a kızarlar. Nilgün'ü cezalandırmak için plan yaparlar. Hasan durumdan Nilgün'ü haberdar etmek
ister. Fakat Nilgün buna inanmaz. Hasan'a "pis faşist" diyerek hakaret eder. Hasan bunun üzerine Nilgün'ü döver. Cüce Recep ile bir eczacı hanım Nilgün'ü eve
götürürler. Nilgün eczacının hastaneye gitme fikrini reddeder. Üç
kardeş ertesi gün İstanbul'a dönmeye karar verir.
Nilgün o sabah yatağa uzanır ve bir daha uzandığı yerden kalkamaz.
Beyin kanamasından ölür. Fatma Hanım
olanlardan habersiz torunlarıyla vedalaşmak için üst katîa
beklemektedir. Hasan ise trene binerek Cennethisar'dan
ayrılır.
BEYAZ GEMİ
(Cengiz Aytmatov)
Romanda annesi ve
babası tarafından terk edilmiş bîr çocuğun
Mümin Dede'siyle geçirdiği günler anlatılmaktadır. Mümin Dede'nin bir
de Nine adında ikinci karısı vardır. Bu, her
anı değişik bazen neşeli bazen sinirli olan bir kadındır. Diğer kahramanlar
Orazkul ve karısı Bekey Hala; Seydahmet ve karısı Gülcemai'dir. Orazkul içkiye düşkündür ve çocukları olmadığı için
her gün Bekey Hala'yı dövmektedir. Bu üç aile ıssız San Taş vadisinde yaşamaktadır.
Bir gün bu ıssız vadiye bir satıcı gelir. Kadınlar eşyaların hepsine
bakar fakat paraları olmadığı için hiçbir
şey alamazlar. Mümin Dede ise torununa bir okul çantası alır. Artık çocuğun
dürbününden başka bir de okul çantası vardır. Çocuk bu
duruma çok sevinmiştir. Çünkü kardeş ve yaşıtı olmadığından bu iki eşyaya hayallerini anlatacaktır.
Eşyalarıyla birlikte Işık Göl'üne hayvanları otlatmaya gider. Dürbünüyle uzaktaki okuluna bakar, sonra gelen beyaz gemiye. Kendini bu görüntüye kaptırır ve danaları unutur.
Ninesinin bağırtısıyla hemen düş
dünyasından gerçek hayata döner; ama
bu uzun sürmez. Çocuk için beyaz gemiyi ve uzaktaki okulunu seyretmek
en güzel eğlencedir çünkü
GÜN OLUR ASRA BEDEL
(Cengiz Aytmatov)
(Cengiz Aytmatov)
Ayîmatov'un
anlatım gücüyle "İnsanları mankurt olmaktan kurtaralım." mesajını
verdiği romanın başkahramanı Yedigey Cangeldin, cepheden döndükten sonra, Kazak bozkırlarında küçük bir aktarma istasyonunda çalışmaya
başlar. Burada tanık olduğu ve uzak geçmişine çağrışım yapan olayiar, gerçekte
bir siyasi rejimin gümbür gümbür çöküşünün nedenleridir. Yedigey'in çok eski ve
yakın arkadaşı olan Kazangap ölür. Onun
için bir cenaze töreni düzenlerler. Bu törene Kazangap'ın şehirde oturan oğlu ve kızını da çağırırlar. Kazangap'ın cenazesini mezarına götürürken,
Yedigey kendisinin ve milletinin geçmişini acı-îatlı, düşündürücü yanlarıyla
bir bir gözlerinin önünden geçirir. O gün 'asra bedel bir gün' olur onun için.
Sevdikleri kişinin cenazesini Naymanlar'ın kutsal mezarlığına götürdükleri zaman,
orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler ve cenazenin gömülmesine
izin verilmez. Öte yandan, Rus-Amerikan ortak
araştırması sonunda kozmonotlar,
uygarlık düzeyi dünyanınkinden çok daha yüksek bir gezegen keşfeder. Bu gezegende yaşayanlar dünyalılarla ilişki kurmak isterler. Fakat
daha yüksek bir uygarlığı, daha iyi bir yönetimi kendileri için zararlı
gören dünyalı yöneticiler bu isteği reddederler.
KORKUNÇ YILLAR
(Cengiz Dağcı)
(Cengiz Dağcı)
Yazarın
kendi hayat hikâyesine dayanan roman henüz
öğrenci iken, askere alman
ve İkinci Dünya Savaşı'na sürülen Kırımlı
bir gencin başından geçenleri konu edinir.
Roman, Teğmen Sadık Turan'm hatıraları olarak anlatılmaktadır. Almanlara karşı savaşırken, Sadık Turan esir düşer.
Alman esaret kamplarında birbirleriyle ilgilenmeye çalışan bir avuç Türk soylu askerin ayakta kalmak için girdikleri mücadeleler anlatılır.
Savaşın ve esaretin bütün acıları,
karanlık yüzü bu insanların çektiklerinde
yansıtılır. Otuz bin kişilik esir kampında ayakta kalabilenlerin sayısı sınırlıdır bunların bir kısmı
Yahudi sanılarak Alman askerleri
tarafından öldürülmüştür. Derken, bir gün Almanların esir kamplarındaki
Türk soyluları ayırarak bir birlik kuracakları
ve Sovyetlerin işgali altındaki
Türk yurtlarını kurtarmak üzere savaştıracakları duyulur. Şüpheler, endişeler, tereddütler, büyük bir heyecan ve ümide
karışır. Rus üniformaları çıkartılır.
Aiman üniformaları giyilir; Türkistan Kurtuluş Lejyonu kurulmuş olur.
Ancak, ümitlerin
hayale dönüşmesi fazla sürmez. Almanların savaşı kazansalar bile Türk
yurtların: kurtarmak gibi bir meseleleri
olmadığını çabuk anlarlar. Teğmen Sadık Turan, savaş sonunda, yurdunu,
bütün İnsanlarıyla birlikte kaybetmiştir.
Kırım'ı ancak hayalinde yaşatabilecek olan genç insan, İtalya'da bir otelde otururken,
bütün bu olup bitenlerden sonra yaşamak isteğini
kaybediyor gibidir.
ONLAR DA İNSANDI
(Cengiz Dağcı)
Roman,
yazarın kendi köyünde geçmektedir. Bu köy vasıtasıyla Kırım'ın Ruslar tarafından nasıl ele
geçirildiği,
nasıl Ruslaştırıldığı anlatılır. Eserde pek çok milletin bir arada yaşadığı topraklarda
yaşanan eziyetler ve zulüm konu
edilmektedir. Eserin başkahramanı kırk beş yaşlarında
bir Kırım köylüsü olan Bekir'dir. Bekir'in Esma isimli bir eşi ve Ayşe isimli bir kızı vardır. Bekir, İvan ve Kala Mata adlı iki Rus'a tarlasında iş verir.
Köylü bu durumu kabullenmez. Köylü,
köyde meydana gelen bazı kötü olayların Rusların uğursuzluk
getirmesinden kaynaklandığını düşünür. Köy
zamanla başka Rusların da gelmesiyle
Türkler için yaşamın zorlaştığı bir yer olur. Pek çok ev, dükkan yağma edilir. Karşı gelenlere işkenceler yapılır.
Pek çok köylü öldürülür. En sonunda köyde
bulunan herkes köyden kovulur ve köye göçmen
Ruslar yerleştirilerek köy Rus köyü haline getirilir.

abii süper ötesi bi site yaa ben daha önce nasıl karşılaşşmadımmm şunarı hazırlayan elleriniz var ya ömür boyu dert görmesinn vallahi hayat kurtarıyorsunuz bildiğiniz. çok çok çok teşekkür ederim herkez adına
YanıtlaSilciddi olarak hayat kurtarıyorsunuz varya muhtesemsiniz emegi gecen herkese binlerce tesekkürler
YanıtlaSil